Ostroh'ta müze gezisinden sonra birlikte fotoğraf çekindik.
Yaklaşık 3 hafta önce edindiğim
tren deneyimimden sonra daha rahattım bu defa. Yine erken saatlerde başladı.
Her zamanki gibi tren saatinden bir hayli önce uyanmıştık. Ekip liderimiz sağ
olsun biz uyandığımız saatte o tren garına varmıştı bile. Yaşı itibari ile bir
hayli deneyimsizdi. Biz de bu durumun farkına vardığımız için aradığı zaman
telefonu açmıyor, görmezlikten geliyorduk. Buluşma noktası sabitti Opera House’un önündeydi yine, bu
defa kahvaltı malzememizi bizdeki simitçiler gibi orada da köşe başlarında
çörek satan büfeler oluyor. Oradan kahvaltı malzemesi aldıktan sonra tren
garına doğru hareket ettik.
Otobüsten indikten sonra yolun
kenarında kebapçı gördüm Lviv’de ilk kez gördüğüm için denemek için dükkâna
attım kendimi, kebap dediğimde kadın gülerek adının şavurma olduğunu söyledi.
Türkiye’de döner dediğimiz ürüne Avrupa’da kebap Ukrayna ve Romanya gibi
ülkelerde ise şavurma deniyor. Dönerden daha baharatlı ve yağlı etlerin daha
kalın kesildiği yiyecek. Sanırım Araplara özgü bir yiyecekmiş ancak yine de
dönere çok benziyor. Fiyatı uygun olmasından dolayı deneme amaçlı aldım
ardından gar binasına yürüdüm.
Fotoğraftaki Çinli arkadaş nereye gidersek gidelim her türlü şarta uyuyabilen bilen bir arkadaşımızdı.
Tren binası her geldiğimde beni
büyülemeye devam ediyordu. Geniş Avrupai bir havası vardı. Bina mimarisiyle çok
uzun yıllardır ayakta kaldığını bize belirtiyordu adeta… Son derece tertipli ve
düzenliydi. Ukraynaca ve İngilizce anonslar yapılıyordu. Karşımızda duran
büyükçe bir billboarddan trenimizi kontrol ettikten sonra peronumuza doğru yola
çıktık.
İlerlerken gar binasında satılan
elmalı bira gözüme ilişti. Trende yasal olup olmadığını bilmiyorum ama yanıma
almak istedim… Peronları teker teker geçip 6. Perona ulaştık tren gelmemişti.
Biraz dost sohbetinden sonra video çekelim dedik. Video aşaması çok pozitif
olmamasına rağmen fena değildi.
Tren gara yaklaşınca bizde vagon
numarasını takip ederek 3 vagonun yolunu tutuk. Tren ilk bindiğimiz trene göre
daha konforlu, temiz ve daha pahalıydı. Aradan biraz zaman geçince tren camından Ukrayna’nın
bir şehrine geldiğimizi görüyorum.
Sanırım köyde olabilir. Evlerin bakımsızlığı yüreklerimizi sızlatıyor.
Burada her şey ekonomiyle ve savaşın getirdiği olumsuzluklarla açıklanabiliyor.
Savaş önceleri yoktu bu durum önceden de varmış gibi geliyor. Sorun Ukrayna
ekonomisinin gelişmemiş olmasıydı. İlk defa yurt dışındayken kendi ülkemin daha avantajlı, gelişmiş konumda olduğu noktalar bulmuştum.
Ostroh'da bir müzede şehrin eski halini gösteren bir fotoğraf.
Lviv’de bile insanlar kaldıkları
evlerin bakımını yaptıramıyorlar. Lviv’de evinde kaldığım bir öğretmen kaldığı
evi tamir ettiremiyordu. 20 yıldır evde bir yenilik yapamadıklarını söylüyordu. Kullandıkları eşyalar da bir o kadar eski ve kullanışsızdı. Belki ekonomik ve teknolojik olarak geri kalmıştı ama çok da misafirperverdiler bizim gurur duyduğumuz
hoşgörü ve misafirlik bazen yalan gibi geliyor. Tabii ki öyleyiz ancak
turistlere uygulanan şiddet ve tacizler bunun tersini gösteriyor. Yabancı
ülkeden gelen kişilere karşı herkesin bir ön yargısı var. Nerede bizim
hoşgörümüz diyesim geliyor. Başka milletten olan kişilere “Gâvur” diyen bir
milletiz…
Yine hüzünlü
bir şehirden daha geçiyoruz, herkes uyurken uyuyamamıştım yine… İnsanların
karakterlerini değerlendirmek gerekirse; anlaşılması zor bir toplum benim için
Ukraynalı halkı. Kimisi son derece mütevazı bir hayatı var. Evinde kaldığım
öğretmen Türklere karşı bir ön yargı olmasına rağmen beni evine almıştı. Hatta ilk
gittiğim gün biraz çekinmiştim, arkadaş utandığımı söyledi. Ev sahibi kadın
“Türkler utanıyor muydu” demesi bizler hakkında bir ön yargısı olduğunu
gösteriyordu. Ancak çok iyiydiler, kendi evimde gibi hissettim, her akşam çay
sohbetleri yapıyorduk. Güzel günlerdi… Bir de anlayamadığım diğer kesimden
bahsetmek gerekirse, zaten ekonomisi kötü olan bir ülkede yaşıyorsunuz.
Turistlere karşı neden bu kadar kötü davranışlara giriyorsunuz. Bazı insanların
bakışları ve “kazıklama” adına yapmadıkları dümen kalmıyor. Özellikle
taksiciler, trenin içinde gezerken yiyecek gibi bakan insanlar... Ülke'de yaşanan durumdan dolayı ayrı bir huzursuzluk yaşıyoruz zaten, bundan dolayı bazı şeyleri görmelikten gelip yolumuza devam ettik çoğu zaman.
Sunum yaptığımız üniversitenin dışarıdan bir görünümü.
Tren yolculuğuna dönersek, o gün
indiğimiz yerden başka bir trene daha binerek gidebildik. Ostroh küçük
bir şehir. Ukrayna’nın en eski üniversitelerinden birine sahip olan Ostroh
turistik yerler açısından bir hayli fakir bir yerleşim birimi. Şehirde bir kaç tane müze, bir tane otel var. Bir çok yönden gelişmemiş bir yerleşim birimi... Ostroh’da
bahsettiğim üniversitede sunumlarımıza başladık. Sunumlarda herkes kendi ülkesini tanıtmak amacıyla yaklaşık 20 dakikalık süre verildi. Biz ilk yapıp çıktık aradan, en son Ukraynalı öğrencilerin sorularını cevaplayıp bol bol fotoğraflar çekindik.
Sunum sırasında çekilen fotoğraflardan.
En son sunuma katılan arkadaşlarla hep birlikte fotoğraf çekindik. Sonlara doğru geç olduğu için bir hayli giden oldu ama yinede bir hayli kalabalıktık.
Sunumları yaptıktan sonra dönmek için yola
koyulduk. Tren garında 1 saate yakın bekledikten sonra anons yapıldı.
Arkadaşlar trenimizin gelmek üzere olduğunu söyledi. Trene binerken görevli
biletlere bakıyordu. Birkaç arkadaş geçti, sonra tren görevlisi biletlere
bakarken trenimizin yanlış olduğunu, hemen dışarı çıkmamız gerektiğini
bağırarak söyledi. Görevli alkol almış onunda etkisiyle ayakta zor duruyordu. Bizi dövmekten beter etti ve dışarı attı. Tam çıktık nerede bizim tren derken o sırada karşı tarafa doğru gelen tren gördük. Gelen tren bizimdi ancak tren çok uzundu, giriş kapıları bulunduğumuz yerin karşısına doğru açılıyordu. Trenin etrafını
dolaşırsak treni kesin kaçırırdık. Bi gayret koşalım dedik başka çaremiz yoktu. Karanlığın içersinde çılgınlar gibi koşmaya başladık. Şans eseri bir teyze bizim çırpınışımızı gördü ve kapıyı açtı. Ukraynalı arkadaşlar önde olarak girdik. Yanılmamıştık bu defa doğru trendeydik.
Görevli biletlerimizi kontrol ettikten sonra yerlerimizi bulmak için trende dolaşmaya başladık. Tren daha önce kullandığımız trenler gibi değildi. Bu bir kuşet trendi Fransızcadan dilimize giren "couchette" kuşet kelimesi, gemi veya tren yatağı için kullanılır. Kuşet trenle yataklı tren arasındaki fark: yataklı vagon otel gibidir, kuşet ise pansiyon gibidir. Bu bilgileri verdikten sonra hikayemize devam edelim.
Efsane tren maceramızdan manzaralar.
Benim ve arkadaşlarım için çok ilginç manzaralarla karşılaştık aslında onlar için normaldi ama sanki film setinde gibi hissettim. Bazı odaları kapısı vardı, bazı odaların ise yoktu. yani koridorda yürürken insanların eşyaları, nasıl uyuduklarını, ne yediklerini işlerini göre biliyorduk. Sanki bir otel odasının koridorunda yürüyormuş gibi düşünebilirsiniz. Bazı odaların kapısı yok bazıların ise var... Dikkatimi çeken diğer bir şey ise boş olan bir yer yoktu. Bir de trenin her yer köşesinde yatak vardı. Normal odalarda dört yatak, onun haricinde koridorun yanındaki camın kenarına da camın altı ve üstüne birer yatak vardı. Tren alabildiğince doluydu. Tren Kiev'den Lviv'e oradan ise Ujgorod'a gidiyordu.
Efsane tren maceramızdan manzaralar.
Şaşkınlık içinde yürüyorduk. Kimisi bira, şarap içiyordu, kimi uyuyordu. Bizim odamız bir hayli uzaktaymış sanırım koca treni baştan aşağı yürüdük. En sonunda bulduk odalarımızı ama kimse uyumak istemiyordu. Odalarımız dahi aynı değildi. Aynı anda almamıza rağmen farklı odalardaydık. Altı saatlik yolumuz vardı. Arkadaşın odasında bizimle konuşmak isteyen bir kızla karşılaştık. Türkiye'ye gelmiş daha önce, Kiev'de öğrenciymiş Ujgorod'a gidiyormuş. Onla sohbet ettik biraz. Türkler hakkında bu arkadaşta olumlu düşünmüyordu. Alışmıştık artık, uzun süre sohbetetik. Ardından zamanın geçmesini bekledik...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder