31 Mayıs 2015 Pazar

Tek başına yola çıkılır mı?

Tek başına yola çıkan bir kadının hikayesini anlatan bir film.
Kişiden kişiye değişecek bir durumdur. Bazı kişiler grupla hareket etmek ister, bazı kişiler ise tek başına gitmeyi ister. Peki, tek gitmenin veya grupla gitmenim avantajları nelerdir?

Bu konuya gelmeden önce yolculuk öncesi hangi bölgeleri gezmek isteyeceğiniz önemli. Avrupa veya Amerika Birleşik Devletleri gibi popüler tatil yerleri ise tek gitmeniz güvenlik açısından sorun oluşturmayacaktır. Ancak Irak, İran, Suriye, Somali gibi yerlere birileri ile gitmekte fayda var. Konumuza geri dönersek,  çok kısıtlı bir zamanınız var. Yedi günde 5 şehir değiştirmeniz gerekiyor ve yapmayı planladığınız bir sürü şey var aklınızda. Bu gibi durumlarda tek çıkmak çok avantajlı olabiliyor. Örnek vermek gerekirse, Budapeşte, Bratislava, Viyana, Prag, Wroclaw gezisinde 6 kişiydik. Güzel anlarımız oldu. Tek gitsem bu anılarım olmaya bilirdi ama açıkçası çok çılgın anılar değildi. Ekibin sorumluluğu üzerimdeydi. Konaklamada ulaşıma kadar her şeyi ile ben ilgilenmiştim. Bir hayli zor olmuştu. Her şeyin bir sırası, yapılması gereken bir saat dilimi vardı. Bu tarz gruplarda uyum sorunu olabiliyor. Kız arkadaşlarımız tempoya ayak uydurmakta güçlük çekiyorlardı. Sürekli belli bir zamanımız olduğunu ve hızlı hareket etmemiz gerektiğini söyledim. Bir süre bu ikazlarım aramızın açılmasına neden olmuştu ama ben onları en başından uyarmıştım. Turun zor olduğunu seri hareketler etmemiz gerektiğini belirtmiştim.
Yola tek çıkmak isteyip de karar veremeyenlere için "iç güdülerinize güvenmenizi" söyleyen bir yazı.
Diğer bir sorun ise grupla olduğumuz için herkes aynı saatte uyanmaya biliyor. Budapeşte’de sabah saat 10’da dışarı çıkmamız gerektiğine karar kılmamıza rağmen. Sabah olunca 12’ye kadar insanları beklemek zorunda kalabiliyorsunuz. Belki hayatınızda bir daha gelme imkânı yakalayamayacağınız bir yerdesiniz. Kısıtlı zamanınız var, bunu insanlara anlatmakta güçlük çekebiliyorsunuz.

Tek Yapılırsa Artıları:

Kafanız bazı konularda daha rahat olur. Planınıza sadık kalırsınız. Fikir ayrılığından dolayı yaşanacak tartışmalardan kaçınmış olursunuz. Bazen siz bir müzeye gitmek istersiniz diğer arkadaşlarınız müze sevmez veya parasını burada harcamak istemez. Viyana’da böyle bir durumla karşılaştık. Schönbrunn Sarayına gittik, internetten okuduğuma göre ücretsiz bazı yerlere giriş vardı. Gittiğimiz zaman bulamadık o yerleri, ücret vererek girmek istedim diğer arkadaşlar para harcamak istemedi. Dört kişi biz burada bekleriz siz gidin gibi saçma bir cümle kurabildi. İki saat bizimi bekleyeceklerdi veya ben onlar bekliyor diye çok acele ile gezip çıkmak zorunda mı kalacaktım. Viyana’nın en önemli yerlerinin başında geliyordu Schönbrunn Sarayı… Sonra kelebek müzesi de vardı olmadı oraya gidersiniz diye o tarafa doru yola koyulduk. Saraya oradan da giriş vardı ancak kelebek müzesi kapanmıştı. Bizde şansımızı deneyelim diye girdik. Bu defa ücretsiz kısmı bulabildik. Ana binaya arkadaşlarımın yüzünden giremedim ve onlara kalsa Schönbrunn Sarayı’nı göremeden dönecektim…

 Seyahat sırasında kendinizle yüzleşmeniz ve içinizi dinlemeniz için bir fırsattır sizin için, bir nevi özgürlüktür aslında… Sevdiğiniz müzikleri dinleyerek yürüyebilirsiniz, kafanızı dağıta bilirsiniz. Belki gitmek istediğiniz şehirde, dilemek için beklettiğiniz şarkılar vardır. Benim öle bir tutkum olmuştu, eğer New York’a gidersem Sting’in Englishman in New York şarkısını dileyecektim ve bunu Brooklyn köprüsünün altında nehir boyunca uzanan yolda dinlemiştim. İşin garip tarafı radyodan çalmıştı. Bu tarz şeyler yapmalısınız çok güzel oluyor. Grupla müzik dinleyemiyorsunuz maalesef.

Grupla giderseniz, sayısı önemli değil iki kişi dahi olsa durum şöyle gerçekleşiyor. Bir arkadaş hosteli, ulaşımı, konaklamayı gezilecek yerleri bakıyor. Diğer arkadaş genelde ilgilenir gibi yapıyor. Bu işleri yapan arkadaş gezerken haritayı alıyor. Genelde bir veya iki harita alırsınız yanınıza ve bir kişi haritaya bakarak yönlendirir sizi. İnanın o yönlendiren arkadaşın dışında diğer kişiler fotoğrafını çektiği binanın ne olduğunu veya adını dahi bilmiyorlar veya yürüdünüz caddenin ismini, nerden sağa dönülecek nereden sola dönülecek. Şu an gitsem kaybolmam ama diğer arkadaşlar için aynı şeyleri söyleyemem. Belki şu an bunlar önemsiz gibi geliyor ancak bunlar önemli şeyler sırf “oraya gittim” demek için gitmeyin. Bunu en iyi tek yola çıktığınızda anlarsınız. Bir de grupla gittiğinizde sayısız fotoğraf çeken arkadaşlarınız işin tadını kaçırıyorlar. Bir heykelin önünde girmedikleri şekil kalmayana dek tek olarak ve ikili üçlü olarak bu fotoğraflamalar devam edebiliyor…

 CouchSurfing(Bu site gitmek istediniz şehirde kalacak yer bulmak için kullanılır. Şehirde yaşayan insanlarla gitmeden İnternet üzerinden konuşulur. Şehre indiğinizde güzel bir deneyim yaşarsınız. Bu arada ücret ödemezsiniz ev sahibine bunun yerine bir bira, yemek ısmarlayabilirsiniz, hediye götürebilirsiniz.)’den daha rahat yer bulursunuz. Kalabalık bir grubu kimse evine almak istemez. Bazı ortamlarda daha hızlı kaynaşırsınız. Seyahatiniz sırasında farklı ülkelerden kişilerle tanışırsınız. Özellikle hosteller ve CouchSurfing eventleri bunun için yapılıyor. Tek gitmek demek kimseyle konuşmayacağınız anlamına gelmez.
Tek başına yola çıkan bir gencin hikayesini anlatan Into the Wild filminden bir fotoğraf.
Bunun yanı sıra şöyle eksi yönleri ise:

Ekonomik nedenlerle ve yolculuğun bir kuralı olarak bazen bazı şehirlerde gece dışarıda kalmak gerekebilir. Bu da cidden tek çekilmez. Hem vakit geçirme açısından, hem de güvenlik açısından. Gecenin bir saati tren garında veya başka bir yerde tek olmak istemediğiniz anlar olabiliyor ama tek de yapılabiliyor. Yani olsa iyi olur ama olmazsa da dünyanın sonu değildir.

Yaşadığınız o anıları fotoğrafa dökmek isteyebilirsiniz. Eğer bir yol arkadaşınız varsa fotoğrafların çok daha istediğiniz gibi olur. Tek başınayken bu kadar avantajlı veya pratik olamazsınız. Evet fotoğraf çekinmeyi seviyorsanız bu durum biraz canınızı yakabilir ama bu durumlar için selfie çubukları var. Bazen birbirine benzeyen fotoğraflar olsa da yine işinizi görür. Olmadı insanlara sorarsınız. Nedendir bilinmez, seyahatim sırasında tanımadığım birçok kişinin fotoğrafını çekmişliğim var. Özellikle bana mı geliyorlar diye düşünürken elimdeki fotoğraf makinesinin etkisi olduğunu düşündüm. İnsanlar grupla olsalar dahi birilerine fotoğraf çektirmek için sormaları gerekebiliyor. Bundan dolayı çekinmeyin, insanlara sorun muhabbet edersiniz, konuşurusunuz. Tabii makinenizi herkese vermeyin Allah muhafaza güvenilir birilerini bulmaya çalışın. Ben genelde grup halinde dolaşan insanlara soruyordum.

Yol esnasında yeri gelir sıkılır insan. Özellikle uzun yolculuklarda bu biraz fazla olabiliyor. Tabii orada yeni insanlarla da tanışacaksın. Ama bazı anlar olacak ki, gecenin bir vakti ıssız bir istasyonda tanışacak birini bile bulamayabilirsiniz. Tren istasyonunda kaldığınız için zaten insanlar size biraz farklı bakar…

Tek gitmek de güzel, bir arkadaşla gitmek de…

Seyahatten beklentilerinize göre karanızı verebilirsiniz. Eğer kendinizi tanımak, içinizi dinlemek, huzur bulmak, maceracı bir ruha sahipseniz tek gitmelisiniz. Ama eğleneyim, göreyim, öğreneyim, vaktimi neşeli geçireyim diyorsan çok sıkı bir arkadaşınla gidebilirsiniz. Bir can dostuyla yola çıkabilirsiniz, isterseniz yolun yarısında karar verip, bir sonraki şehirde buluşmak amacıyla ayrı yollardan gidebilirsiniz. Böylelikle iki hali de tecrübe etmiş olursunuz.


29 Mayıs 2015 Cuma

Ukrayna Tren Seyahati 2


Ostroh'ta müze gezisinden sonra birlikte fotoğraf çekindik.
Yaklaşık 3 hafta önce edindiğim tren deneyimimden sonra daha rahattım bu defa. Yine erken saatlerde başladı. Her zamanki gibi tren saatinden bir hayli önce uyanmıştık. Ekip liderimiz sağ olsun biz uyandığımız saatte o tren garına varmıştı bile. Yaşı itibari ile bir hayli deneyimsizdi. Biz de bu durumun farkına vardığımız için aradığı zaman telefonu açmıyor, görmezlikten geliyorduk. Buluşma noktası sabitti Opera House’un önündeydi yine, bu defa kahvaltı malzememizi bizdeki simitçiler gibi orada da köşe başlarında çörek satan büfeler oluyor. Oradan kahvaltı malzemesi aldıktan sonra tren garına doğru hareket ettik.


Otobüsten indikten sonra yolun kenarında kebapçı gördüm Lviv’de ilk kez gördüğüm için denemek için dükkâna attım kendimi, kebap dediğimde kadın gülerek adının şavurma olduğunu söyledi. Türkiye’de döner dediğimiz ürüne Avrupa’da kebap Ukrayna ve Romanya gibi ülkelerde ise şavurma deniyor. Dönerden daha baharatlı ve yağlı etlerin daha kalın kesildiği yiyecek. Sanırım Araplara özgü bir yiyecekmiş ancak yine de dönere çok benziyor. Fiyatı uygun olmasından dolayı deneme amaçlı aldım ardından gar binasına yürüdüm.
Fotoğraftaki Çinli arkadaş nereye gidersek gidelim her türlü şarta uyuyabilen bilen bir arkadaşımızdı. 
Tren binası her geldiğimde beni büyülemeye devam ediyordu. Geniş Avrupai bir havası vardı. Bina mimarisiyle çok uzun yıllardır ayakta kaldığını bize belirtiyordu adeta… Son derece tertipli ve düzenliydi. Ukraynaca ve İngilizce anonslar yapılıyordu. Karşımızda duran büyükçe bir billboarddan trenimizi kontrol ettikten sonra peronumuza doğru yola çıktık. 


İlerlerken gar binasında satılan elmalı bira gözüme ilişti. Trende yasal olup olmadığını bilmiyorum ama yanıma almak istedim… Peronları teker teker geçip 6. Perona ulaştık tren gelmemişti. Biraz dost sohbetinden sonra video çekelim dedik. Video aşaması çok pozitif olmamasına rağmen fena değildi.
Tren gara yaklaşınca bizde vagon numarasını takip ederek 3 vagonun yolunu tutuk. Tren ilk bindiğimiz trene göre daha konforlu, temiz ve daha pahalıydı. Aradan biraz zaman geçince tren camından Ukrayna’nın bir şehrine geldiğimizi görüyorum.  Sanırım köyde olabilir. Evlerin bakımsızlığı yüreklerimizi sızlatıyor. Burada her şey ekonomiyle ve savaşın getirdiği olumsuzluklarla açıklanabiliyor. Savaş önceleri yoktu bu durum önceden de varmış gibi geliyor. Sorun Ukrayna ekonomisinin gelişmemiş olmasıydı. İlk defa yurt dışındayken kendi ülkemin daha avantajlı, gelişmiş konumda olduğu noktalar bulmuştum.

Ostroh'da bir müzede şehrin eski halini gösteren bir fotoğraf.
Lviv’de bile insanlar kaldıkları evlerin bakımını yaptıramıyorlar. Lviv’de evinde kaldığım bir öğretmen kaldığı evi tamir ettiremiyordu. 20 yıldır evde bir yenilik yapamadıklarını söylüyordu. Kullandıkları eşyalar da bir o kadar eski ve kullanışsızdı. Belki ekonomik ve teknolojik olarak geri kalmıştı ama çok da misafirperverdiler bizim gurur duyduğumuz hoşgörü ve misafirlik bazen yalan gibi geliyor. Tabii ki öyleyiz ancak turistlere uygulanan şiddet ve tacizler bunun tersini gösteriyor. Yabancı ülkeden gelen kişilere karşı herkesin bir ön yargısı var. Nerede bizim hoşgörümüz diyesim geliyor. Başka milletten olan kişilere “Gâvur” diyen bir milletiz…

Yine hüzünlü bir şehirden daha geçiyoruz, herkes uyurken uyuyamamıştım yine… İnsanların karakterlerini değerlendirmek gerekirse; anlaşılması zor bir toplum benim için Ukraynalı halkı. Kimisi son derece mütevazı bir hayatı var. Evinde kaldığım öğretmen Türklere karşı bir ön yargı olmasına rağmen beni evine almıştı. Hatta ilk gittiğim gün biraz çekinmiştim, arkadaş utandığımı söyledi. Ev sahibi kadın “Türkler utanıyor muydu” demesi bizler hakkında bir ön yargısı olduğunu gösteriyordu. Ancak çok iyiydiler, kendi evimde gibi hissettim, her akşam çay sohbetleri yapıyorduk. Güzel günlerdi… Bir de anlayamadığım diğer kesimden bahsetmek gerekirse, zaten ekonomisi kötü olan bir ülkede yaşıyorsunuz. Turistlere karşı neden bu kadar kötü davranışlara giriyorsunuz. Bazı insanların bakışları ve “kazıklama” adına yapmadıkları dümen kalmıyor. Özellikle taksiciler, trenin içinde gezerken yiyecek gibi bakan insanlar... Ülke'de yaşanan durumdan dolayı ayrı bir huzursuzluk yaşıyoruz zaten, bundan dolayı bazı şeyleri görmelikten gelip yolumuza devam ettik çoğu zaman.
Sunum yaptığımız üniversitenin dışarıdan bir görünümü.
Tren yolculuğuna dönersek, o gün indiğimiz yerden başka bir trene daha binerek gidebildik. Ostroh küçük bir şehir. Ukrayna’nın en eski üniversitelerinden birine sahip olan Ostroh turistik yerler açısından bir hayli fakir bir yerleşim birimi. Şehirde bir kaç tane müze, bir tane otel var. Bir çok yönden gelişmemiş bir yerleşim birimi... Ostroh’da bahsettiğim üniversitede sunumlarımıza başladık. Sunumlarda herkes kendi ülkesini tanıtmak amacıyla yaklaşık 20 dakikalık süre verildi. Biz ilk yapıp çıktık aradan, en son Ukraynalı öğrencilerin sorularını cevaplayıp bol bol fotoğraflar çekindik.
Sunum sırasında çekilen fotoğraflardan.
En son sunuma katılan arkadaşlarla hep birlikte fotoğraf çekindik. Sonlara doğru geç olduğu için bir hayli giden oldu ama yinede bir hayli kalabalıktık.
Sunumları yaptıktan sonra dönmek için yola koyulduk. Tren garında 1 saate yakın bekledikten sonra anons yapıldı. Arkadaşlar trenimizin gelmek üzere olduğunu söyledi. Trene binerken görevli biletlere bakıyordu. Birkaç arkadaş geçti, sonra tren görevlisi biletlere bakarken trenimizin yanlış olduğunu, hemen dışarı çıkmamız gerektiğini bağırarak söyledi. Görevli alkol almış onunda etkisiyle ayakta zor duruyordu. Bizi dövmekten beter etti ve dışarı attı. Tam çıktık nerede bizim tren derken o sırada karşı tarafa doğru gelen tren gördük. Gelen tren bizimdi ancak tren çok uzundu, giriş kapıları bulunduğumuz yerin karşısına doğru açılıyordu. Trenin etrafını dolaşırsak treni kesin kaçırırdık. Bi gayret koşalım dedik başka çaremiz yoktu. Karanlığın içersinde çılgınlar gibi koşmaya başladık. Şans eseri bir teyze bizim çırpınışımızı gördü ve kapıyı açtı. Ukraynalı arkadaşlar önde olarak girdik. Yanılmamıştık bu defa doğru trendeydik.

Görevli biletlerimizi kontrol ettikten sonra yerlerimizi bulmak için trende dolaşmaya başladık. Tren daha önce kullandığımız trenler gibi değildi. Bu bir kuşet trendi Fransızcadan dilimize giren "couchette" kuşet kelimesi, gemi veya tren yatağı için kullanılır. Kuşet trenle yataklı tren arasındaki fark: yataklı vagon otel gibidir, kuşet ise pansiyon gibidir. Bu bilgileri verdikten sonra hikayemize devam edelim.
Efsane tren maceramızdan manzaralar.
Benim ve arkadaşlarım için çok ilginç manzaralarla karşılaştık aslında onlar için normaldi ama sanki film setinde gibi hissettim. Bazı odaları kapısı vardı, bazı odaların ise yoktu. yani koridorda yürürken insanların eşyaları, nasıl uyuduklarını, ne yediklerini işlerini göre biliyorduk. Sanki bir otel odasının koridorunda yürüyormuş gibi düşünebilirsiniz. Bazı odaların kapısı yok bazıların ise var... Dikkatimi çeken diğer bir şey ise boş olan bir yer yoktu. Bir de trenin her yer köşesinde yatak vardı. Normal odalarda dört yatak, onun haricinde koridorun yanındaki camın kenarına da camın altı ve üstüne birer yatak vardı.  Tren alabildiğince doluydu. Tren Kiev'den Lviv'e oradan ise Ujgorod'a gidiyordu.
Efsane tren maceramızdan manzaralar.
Şaşkınlık içinde yürüyorduk. Kimisi bira, şarap içiyordu, kimi uyuyordu. Bizim odamız bir hayli uzaktaymış sanırım koca treni baştan aşağı yürüdük. En sonunda bulduk odalarımızı ama kimse uyumak istemiyordu. Odalarımız dahi aynı değildi. Aynı anda almamıza rağmen farklı odalardaydık. Altı saatlik yolumuz vardı. Arkadaşın odasında bizimle konuşmak isteyen bir kızla karşılaştık. Türkiye'ye gelmiş daha önce, Kiev'de öğrenciymiş Ujgorod'a gidiyormuş. Onla sohbet ettik biraz. Türkler hakkında bu arkadaşta olumlu düşünmüyordu. Alışmıştık artık, uzun süre sohbetetik. Ardından zamanın geçmesini bekledik...
Sunum sonunda çekindiğimiz fotoğraflardan.

Üniversite kapısının üzerinde yazan bir yazı.
Kuşet trenin içerisinden başka bir fotoğraf.
Üniversitenin içerisinden, bir sınıfın fotoğrafı.
Sunum öncesi hazırlık :)
Müze'de gördüğüm bir kral tacı.

21 Mayıs 2015 Perşembe

Karpatlar'da Konferans

AIESEC LVİV Local Committee Conference

Dört gün boyunca kaldığımız ev.

Trenden indikten sonra bir heyecanla kalacağımız yere doğru yola koyulduk. Çok büyük olmayan bir yerleşim biriminin içerisine doğru ilerliyorduk. Dağlar karlarla örtülüydü, yüksekte olmasından dolayı havada bir hayli soğuktu. Yolun kenarına doğru dizilmiş komandolar gibi sıra halinde ilerliyorduk…
Yaklaşık 20 dakika mesafedeydi kalacağımız yer. Yolda giderken saat 7’den sonra kapanan küçük bir marketi gösterdiler. Bakkalda sigara satılmıyordu. Böyle bir durumla karşılaşmamak için önceden fazla sigara ve alkol almıştım yanıma. Bakkaldan 300 metre ötede ise kalacağımız yere ulaştık. Aslına bakarsanız evi görünce mutlu olmayan tek kişi bile yoktu. Mükemmel bir ağaç evdi. Hemen aşağısından nehir geçiriyor. İnanılmaz bir dağ manzarası hep hayal ettiğim gibi bir yerdi.
Nehir ve teniz hava.
İçerde herkese bir oda verildi. Biz 3 Türk ve bir Brezilyalı arkadaşla birlikte dört kişilik odada kaldık. Hemen “AIESEC oyunları” ile gruptaki diğer kişiler ile tanışmaya başladık. Daha önce hiç oynamadığım oyunlar oynadık. Ardından içeride masa tenisi olduğunu öğrendim en çok buna sevindim. Konferansta sıkıldığım zamanlar burası benim için çok iyi geliyordu.

Telefonun çekmediği sadece doğa ile baş başa 4 gece bizi bekliyordu. Akşam ilk fırsatta bakkal kapanmadan gitmeyi planlıyordum. Oyunlar bittikten sonra, herkesten akşam bira, votka için para toplanmış ben o sırada yoktum. Ben kendi biramı kendim aldım ve eve doğru yöneldim. Akşam 10 gibi litrelik biralar ve votkalar içilmeye başlandı ancak kimse biranın tadını beğenmemişti. Herkes fazla biram olup olmadığını, birayı nerden bulduğumu soruyordu. O an ister istemez fazla bira aldığım için sevinmiştim.
İlk gün telefonun çekmediğini öğrenen Çinli arkadaşların ifadeleri.

 O akşam güzelce eğlendik. Sabah erken saatte kahvaltı için uyandırıldık. Konferansın belli kuraları vardı. Erken yatılıp, erken kalkılacaktı. Sunumlara katılmak mecburi idi, katılmazsan eline çarpı atılıyordu. Akşamda en çok çarpısı olanlara ceza veriliyordu. Bir tane de “gossip box” vardı. Herkes birileri hakkında dedikodu yapabiliyor, o gün beğenilmeyen sunumlar vb. şeyler yazılıp kutuya atılabiliyordu. Akşam saatinde ise “gossip girls” adında iki kişi kutudaki yazıları okuyorlardı.
Ertesi gün yine sunumlar başlıyordu. Sunumlar çok sıkıcı olmasına rağmen, çok nadir ilginç konulara da değiniliyordu. Genelde bizlere sorular yöneltilip neden Lviv’e geldiniz? Burayı tercih sebepleriniz neler?  gibi sorularla muhatap oluyorduk. Bu sorulardan artık bıkkınlık gelmişti. İlginç ama üzerimiz de baskı oluşturularak sunumlara katılmamız isteniyordu. Daha önceden tanığımız içinse arkadaşları kıramıyorduk ancak çok sıkıcı hale gelmeye başlamıştı…
Parmak büyüklüğüne göre sıralama yapılırken

Ben başta olmak üzere çevrede yürüyüş yapmak, gezmek istiyorduk ama sunumlar olduğu için izin alamıyorduk. En son isteklerimize daha fazla dayanamayıp çevreyi görebilme şansımız oldu. Bulunduğumuz yer tam anlamıyla harikaydı. Biraz doğu kara deniz yaylaları tadında muhteşem manzarası olan bir yerdi. Çevredeki evler genel olarak ahşap evlerdi. Evler nehrin eteklerine doğru dağınık olarak yerleşmişlerdi.
Bulduğumuz ilk fırsatta toplu olarak fotoğraf çekindik.


Şehirden uzak olduğumuz için akşamları her yer kap karanlık oluyordu. Bu sayede gece yıldızları seyretmek, eşiz güzellikteydi. Evden biraz uzaklaşıp tam olarak karanlık bir alandan yukarı bakıldığında sanki yıldızlara dokunabilecekmişsiniz gibi hissediyorsunuz. Yıldızlar koro halinde parlıyordu sanki arada kayan yıldızlar koraya renk katıyordu… Yıldızları hizalayıp belirli figürleri düşleyebiliyordum. Bu yüzden fırsat bulduğum anlarda kendimi dışarı atıyordum.


Karpatlar’da çok güzel dört gün geçirdik. Bu geziyi güzel kılan diğer bir sebepse doğal güzelliklerle dolu bir yer olması idi. Bazen çok popüler bir şehre gidersiniz ancak bazı şeyleri yakalayamazsınız. Bu tarz küçük kasabalar, dağlık alanlarla kaplı turistik yerler bana daha cazip geliyor. Doğayla iç içe olmak gibisi yok…
Son gün konferans bitmeden herkes konferans hakkındaki görüşlerini söyledikten sonra elindeki ipi birine verdi. İpi alan kişide görüşlerini söyledikten sonra diğer bir arkadaşa verdi.

Bölgedeki evlerin bir bölümü.


Karpatlar'ın kendi özgü ahşap evleri. 
Kaldığımız yerin çalışanları. 
Yol Kenarından yürüyerek yaklaşık 20 dakikalık bir mesafe yürüdük. 
Trenden inip kalacağımız yere doğru yola çıktık. 
İlk gün masa tenisine yoğun talep vardı.

Oyunlar sırasında

20 Mayıs 2015 Çarşamba

Ukrayna tren seyahati

Sabah 6 gibi hostelden çıktık.  Hostelden çıkmadan önce eşyalarımızı başka bir hostele bıraktık. İhtiyacımızı karşılayacak kadar malzemeyi sırt çantalarımıza koyarak Opera House’un önüne doğru yola koyulduk. Hava soğuk ve kasvetliydi. Lviv bu yıl önceki senelere göre daha soğukmuş… Sabah 7 gibi Opera House’un önünde bizi bekleyen grupla buluştuk. Geç kaldığımızı düşünerek koştura koştura gelmemize rağmen ilk gelen gruplardan biriydik. Kahvaltı yapmadığımız için zamanımızı Mc Donalds’ta kahvaltı ederek geçirdik. Diğer arkadaşların gelmesiyle birlikte tren istasyonuna doğru yola koyulduk. Otobüsten indikten sonra tarihi bir tren garı karşıladı bizi.  Tren garına Karpatlarda yapılacak yerel bir konferans için gelmiştik. Cuma gününden Pazartesi sabahına kadar Karpatlarda olacaktık.
Buluşma noktamız Opera House'un önü.
Tren izlenimlerim

Ukrayna’da ilk defa trene binecektim. Peronlarda beklerken trenin geldiğini öğrendik ve trene yöneldik. Bindiğimiz tren bir zamanlar İstanbul-Eskişehir arasında kullanılan trenleri anımsattı bana; büyük, küçük ayrımı yapmadan bütün duraklarda duran, vagon geçişlerinde sigara içen insanların bulunduğu, sohbet ettiği vb. gibi şeylere tanıklık oldum. Trenimiz gelecek nesillerin kitaplarda okuyabileceği bir ortamı barındırıyordu.

İnsanlar

Sabah olması itibari ile biz dahil herkes uyumak için can atıyordu. Tam uykuya dalacak gibi olduğum anda tren duruyordu. Tren her hareket edişinde bir ileriye, bir geriye doğru hareket ederek kalkışını yapabiliyordu. Tam bu sırada uyanı veriyordum. Yolculuk esnasında uyuyamamak benim kaderim sanırım. Hep karşımda uyuyan insanları kıskanmışımdır bundan dolayı. Uykum olmasına rağmen uyuyamamak çok can sıkıntıcı olabiliyor bazen. Bazen sadece çok aşırı derecede yorgun olduğumda yolculuk sırasında uyuyabiliyorum… Ukrayna’da trenler ve otobüsler eskiydi ancak her şeyin Türkiye’den daha düzenli bir şekilde işlediğini söyleyebilirim.

Hindistanlı ve Çinli arkadaşlar uyumadan hemen önce


 Tren insanları Türkiye’deki gibiler. Sanırım tren trenin kendine has bir kitlesi var.  Yüzler, ifadeler değişse bile tren insanları bir başka oluyor. Tren kurallarına hakim olan insanlar, gelecek istasyonu beklerken bir düşünceye dalıyorlar. Pencere camına birkaç saniyede olsa yansıyan, hızla geçen evleri, köyleri, insanları, dağları düşlüyorlardır belki… Arada kapılar açılıyor, seyyar satıcılar geliyor. Ellerindeki ürünleri satmaya çalışıyorlar. İnsanlarda bir aldırmazlık fark ediyorum. Satıcı önlerine kadar getirmesine rağmen, dönüp bakmıyorlar bile. Almadıkları ürünleri satıcı başka taraf yöneldiğinde acaba ne satıyor gibisinden gözleri ile süzüyorlar.

Trene iki kişi veya tek binmiş olsam korka bilirdim. Doğusunda savaş olan bir ülkedeyiz ve şehir merkezleri dışında küçük yerlerde yaşayan insanlar gözlemlediğim kadarıyla yabancıları pek sevmiyor. Yaklaşık 50 kişilik grupla yolculuk ettiğimiz için herhangi bir korku hissetmedim. Arada Ukraynaca anonslar yapılıyor anlamak mümkün değil ikinci bir dil kullanılmıyor. Ukraynalı arkadaşlar olmasa halimiz niceydi…
Trenden indikten sonra

Çaprazımda oturan gençler indikten sonra onların yerine 3 tane kırmızı yanaklı teyze oturdu. Soğuktu dışarısı, üzerilerindeki giysilerden anladığım kadarıyla köyde yaşıyorlardı. İçlerinden biri ellerini ısıtmayı başardıktan sonra yorgunluğun ve trenin içinin sıcak olmasından dolayı kendini koltuğa teslim edip uyumaya karar verdi. Diğer iki teyze ise ellerindeki torbaları düzgünce yerleştiremediklerinden dolayı biraz huzursuzlardı. Arada birbirleriyle muhabbet ediyorlardı. Bu sırada ise eşyalarını elleriyle tutarak, eşyların düşmesine engel olmayı da ihmal etmiyorlardı. Belli ki önemli bir şeydi onlar için tüm arkadaşlar uyurken benim bunları not almamda uykumu getirmişti. Bu benim yolculuğumda not tutuğum ilk anımdı. Yolculuk öncesinde yaşadığım olayları hızlıca kâğıda dökmüştüm.

19 Mayıs 2015 Salı

Hangi şehirde kaç gün kalınır?

Roma, Spanish Step
Merhaba, bir önceki yazımda seyahate çıkmadan yanınıza almanız gereken ihtiyaç listesi hakkında bilgiler vermeye çalışmıştım. Bu yazımda ise yine seyahatinize çıkmadan önce hazırladığınız güzergâha yardımcı olacak bir konuya değinmek istiyorum.

Hangi şehirde kaç gün kalınır?

Bu soruya verilecek cevap sizin o şehre neden gittiğinizle, neler yapmak istediğinizle, beklentinizle orantılı olarak değişir.  Bu yazıyı yazmamdaki amaç seyahatinize çıkmadan önce size yardımcı olabilmek, Budapeşte gezisine çıkmadan önce kaç gün ayırmam gerektiği konusunda bir hayli kararsız kaldığım için bu yazıyı yazma gereği duydum.

Milana gitmeden önce sabah Bergamo'da gezerken kale içersinden çektiğim bir fotoğraf.
Roma: Kaç gün kalırsanız kalın yetersiz kalacağı bir şehir Roma herkes için bir şeyler var. Bir nevi açık müze, en az 2 gece kalmalısınız.

Floransa: Floransa çok güzel bir yer, şehri gezmek hiçte zor değil. Turistik açıdan görülmesi gereken eserler genel olarak birbirlerine yakın. Floransa’da 1 gece kalmanızı öneririm, akşam şehir manzarasını görmek için Michelangelo Tepesine “Piazzale Michelangelo” gidebilirsiniz. Keza sabah da erkenden kahvaltınızı orada yapabilirsiniz. Hem gece hem gündüz harika oluyor.

Pisa: Pisa’ya gitmedim ama günübirlik yeterli olacaktır. Meşhur Piza kulesinden başka bir şey yok diyorlar.

Milano: Gezilecek çok fazla yer olmayan Milano benim için; kalabalık ve pahalı bir şehir. 1 gece kalabilirsiniz.
Çocukluğumda kartpostalda veya bir yerlerde gördüğüme eminim burayı, Milano'da gezerken burayı gördüğüm an dejavu yaşadım. Birden çok mutlu olmuştum.

Cinque Terre: Sanırım İtalya’nın her yeri ayrı güzel. Cinque Terre ismi çok duyulmasa da güzel bir gece geçirmek için mükemmel bir yer.  1 gece kalmalısınız. Muhteşem görüntüsü ile bir rüya şehri.

Bologna: Floransa’dan Venedik’e giderken yolunuzun üzerinde çok güzel şirin bir yer. Dünya’nın en eski üniversitesi kabul edilen Bologna Üniversitesi ve şirin bir şehir merkezine sahip bir şehir. Günü birlik veya bir gece kalabilirsiniz. Gittiğim diğer şehirlere oranla daha farklı bir havası vardı. Şehir merkezi bir hayli kalabalık, biraz daha yerel İtalyan kültürünü görebilirsiniz gibime geliyor. Diğer şehirlere oranla çok turistik bir yer olmamasından kaynaklanıyor olabilir. Tam bir öğrenci şehri Bologna…

Venedik: Dar sokakları ve kanalları ile ünlü şehir Venedik. Harika bir atmosferi var. Kötülemek için bir sürü şey söylenir, “efendim Venedik güzeldi de çok kokuyordu.” Kadıköy’ü affedersiniz bok kokusu götürüyor. Kurbağalı derenin çevresinden geçilmiyor. Denizle iç içe bir şehir, bence kokması normal. Konumuza dönersek Venedik’te her şey güzel ama hostel fiyatları diğer İtalya şehirlerine oranla fazla. Bir de tüm İtalya’da turistlere özel bir vergi var. Hostel’de kaldığınız gün başınaydı yanlış hatırlamıyorsam bir veya iki euro alıyor hostel görevlileri. Hükümetin uyguladığı bir vergiymiş bir de yazısı var efendim bak burada yazıyor diyorlar.  Venedik’te en az bir gece kalın, ikinci gece içinde düşünebilirisiniz.
Venedik
Barcelona: Giden arkadaşlardan en az 2-3 gece kalınmalı yönünde dönütler aldım.

Madrid: Barcelona’ya göre biraz daha geride kalan Madrid için 1 gece kalınabilir.

Lisbon: 1 gece

Porto: 1 gece

Paris: Dünya’nın en ünlü başkentlerinden medeniyet adına önemli gelişmelerin gerçekleştiği Paris için en az 2 gece…

Brugge: Batı Avrupa’da hostel fiyatları doğunun iki katı fiyata, Brugge’de o kentlerden birisi, çok fazla hostele sahip olmayan Brugge’de bir gece kalınmalı, öğle 10 gibi gelinip akşama kadar gezilip akşamüzeri dinlendikten sonra Brugge sokaklarında biraz dolaştıktan sonra Ünlü Brugge çikolatalarının tadına bakabilirsiniz. Gitmeden In Bruges(2008) izleyin. Özellikle seyahatinize çıkmadan önce gideceğiniz yerlerle ilgili filmlere bakmalısınız. Gezerken filmleri düşünerek gezmesi çok keyifli oluyor.
Adları unutulur ama tatları ve kokuları asla... Belçika biraları
Gent: Brugge’den Bruksele giderken Gent’te aktarma yapar tren inin ve bu şirin yeri 3-4 saat ayırarak gezin, sonra kendinize şu soruyu sormaya başlıyorsunuz. Brugge mu Gent mi? Gent’in Brugge’den geri kalan çok fazla bir yanı yok, aksine şehir daha canlı bunun ne kadar önemli olduğunu fark ediyorsunuz. Brugge’de genellikle turistler olduğu için şehir çok cansız geliyor. Gent bunun aksine tarih ve modern yapılar içi içe geçmiş cıvıl cıvıl bir şehir.

Brüksel: Sevmenin zor olduğu şehir Brüksel kimse sevmiyor Brüksel’i aslında mimari açıdan sizi doyuran bir şehir ancak çok pahalı olması ve turistik yerlerin birbirinden kopuk olması sizi bir hayli yoruyor. 1 gece kalabilirisiniz, oda akşamları Grand Place çok güzel oluyor. Mc Donalds’ta uyuyabilirsiniz.
Brugge çikolataları...
Antwerp:  Liman kenti Antwerp mimarisi ile göze çarpıyor.  Amsterdam üzerinden sabah erken saatte gelinip akşamüzeri Brugge’e geçilebilir. Yine Gent gibi şehirde turistlerle insanların kaynaşmış olduğu bir ortam var. Harika bir de tren istasyonuna sahip.

Rotterdam: Amsterdam, Brüksel arasında aktarma durağı Rotterdam’ı gezdikten sonra aynı biletle Amsterdam’a gidiyorsanız Amsterdam’a, Brüksel’e gidiyorsanız Brüksel’e gidebilirsiniz. 4-5 saatte şehrin mimarisini inceleyebilirsiniz. Avrupa’nın New York’u denen bir yer…
Erasmus köprüsü, Roterdam
Amsterdam: Kuzey’in Venedik’i her mevsim bir ayrı güzel olduğu söylenir. En az iki gece kalmalısınız. Biraz pahalı bir yer olmasına karşın Amsterdam’a gitmişseniz, paranızı harcamaya korkmayacaksanız ancak öle Amsterdam’ın tadına varılabilir. Diğer türlü sıradan bir şehir gibi gelir sizler için, Brüksel’de harcamayın ama Amsterdam’da bir şeyler denemelisiniz.

Eindhoven: Amsterdam’a gitmek isteyenler için, ucuz uçak buldukları Eindhoven kenti günü birlik gezilebilir. 3-4 saat yeterli olacaktır.

Berlin: Herkesin bir şekilde duyduğu, kimimizin akrabalarının orada yaşadığı bir şehir, küçük İstanbul olarak anılmasını sağlayan yaklaşık 3 milyon Türk nüfusa sahip bir kent. Türklerle Almanların uyum için de yaşadığını görebilirsiniz. Kalacak yer sıkıntınız yoksa ve aceleniz yoksa 1 hafta felan kalın, Alman ve Türk halklarının nasıl bir arada yaşadığını merak ediyorsanız bulunmaz fırsat. Yok sadece gezmek amaçlı ise 1-2 gece arası yeterli.
Berlin'de arkadaşın tavsiyesi ile gittiğimiz işletmecisi ve çalışanları Türk olan restoran, Sanırım hayatımda yediğim en güzel tavuğun tadına burada baktım. Dikkat ettiğim diğer bir nokta ise mekana Almanların da ilgi göstermesiydi.
Hamburg: En az 1 gece

Varşova: Eğlenmeyi seviyorsanız, doğru yerdesiniz. Varşova size turistik açıdan çok fazla bir şey vermeyecektir ama Batı Avrupa’ya göre bir hayli ucuz, akşam dışarı çıktığınızda çok sıkıntı çekmeden eğlenebileceğiniz bir yer. En az 1 gece kalmalısınız.

Wroclaw: Öğrenci şehri olan Wroclaw’da sıkılmanız bir hayli zor. Küçük bir yer ancak zamanın nasıl geçtiğini anlamayacaksınız. Polonya’nın harika biralarını ve votkalarını tatmak için güzel bir şehir. En az bir gece kalmalısınız.

Poznan: Özellikle Erasmus programı ile giden öğrenciler için güzel bir şehir olduğu söylenir. Berlin’e yakın olması Almanya’yı gezmek isteyen kişiler için ideal bir şehir. Açıkçası çok beğenmedim, sıradan bir Polonya şehri… Günübirlik kalınabilir.

Gdansk: Bir sabah vakti inmiştim Gdansk’a ne güzel bir şehirdir. İnsan büyüsüne kapılır hemen, oysa sadece bir kez gidebilmiştim. Gdansk İkinci Dünya savaşının çıkmasına sebep olan bölgelerden biri… Almanların Danzig dedikleri Gdansk harika bir liman kenti. İler ki yazılarımda anlatmak istediğim yerlerden biri. Eğer zamanınız varsa 1 hafta ayrılabilir, yarım saat uzakta Sopot ve Gdynia plajı. Sopot plajında dünyanın en büyük iskelesi bulunmakta, gün batımında Baltik Denizi kenarında oturup biranızı yudumlamak kadar tatlı bir duygu yok.
Sopot iskelesi
Krakow: 2 gece, Varşova’ya göre daha ucuz ve daha turistik bir yer. Gezecek bir sürü yer var bu kente…

Prag: Nazım’ın şehri Prag’da en az 2 gece…

Viyana: Güzel bir havası var ama çok pahalı 1 gece kalabilirsiniz.

Bratislava: Günübirlik

Budapeşte: 1 gecenin yetmediği şehir, en az iki gece kalmalısınız.

Oslo: 1 gece kalabilirsiniz ancak konaklama çok pahalı, tren garı güvenli orada uyuyabilirsiniz.
Oslo, City Hall
Kopenhag: Amsterdam gibi burada da ulaşımda bisiklet çok yaygın… Gece kulüplerinde Tarkan’ın şarkıları çalan, Christiana gibi bir bölgeye sahip olan, pahalı hostelleri, gezilecek bir sürü turistik yeri olan bir yer. En az iki gece kalın, sırf Christiana için kalınır bir hafta…

Malmö: Kopenhag’ta canınız sıkılırsa günübirlik gezile bilir. Limanı çok güzeldi özellikle geceleri, şehir farklı bir siluete bürünüyor. Liman kıyısında geceleri yürümesi çok güzel oluyor. Aslında zamanınız varsa bir gece kalabilirsiniz.  Öğleden sonra Kopenhag’dan trenle geçip akşamüzeri gezebilirsiniz.

Kiev: 2-3 Gece kalınabilir. Pahalı bir yer değil, çok ucuz bir şehir. Avrupa'nın başka bir ülkesinde olsa çok daha duyulmuş ve önemli bir kent olurdu. Turistik açıdan aç kalmayacağınız yerlerden biri...

Lviv: 2-3 Gece kalınabilir. Lviv tam bir kültür şehri, küçük bir yer olmasına rağmen güzel vakit geçireceğiniz yerlerden biri. 

New Orleans: En az iki gece kalmalısınız. Mümkünse yazın gitmeyin Ekim'den Haziran'a kadar çok güzel etkinlikler oluyor. Mardi Grass festivali zamanında şehir de çok güzel etkinlikler düzenleniyor.

New York: En az 3 gece kalmalısınız. Airnb sitesini kullanabilirsiniz. New York'ta oranın yerliyse zaman geçirmek keyifli oluyor. Biz Airnb sitesini kullanmıştık, Harlem'de üç gece orada yaşayan bir üniversite öğrencisinde kalmıştık,
Roma'da dondurma yenir!
Roma, Spanish Step
Resim yazısı ekle
Antwerp
Brüksel
Nobel Barış Merkezi, Oslo